Wednesday, November 29, 2006

Dazed and confused


Eski template sebebi nedir bilemiyoruz, kafayi hafif cizdi. Onu dinlemeye aldik, evet kayittayiz, uc ki bir. Yogun tempoya dayanamadi, Mr Behcet's Syndrome'a kapildi yavrucak. Bir sure bu sinema/pop-corn temasini yasatalim bakalim. Fakat bir oncekini kurtarma calismalarimiz surecektir. Bana ne mi? Guzel kardesim, zorla okutmuyoruz ki, bak yuzlerce blog kanali var, istemezsen okumazsin. Zaten herkes cnbc-e, ntv, history channel web sitelerinde geziniyor bu ulkede, hayret birsey.
Karabas sen de hedefi sasirma bi dahaki sefere.

Monday, November 27, 2006

Audrey! (rocky'nin adrian'i (!) degil bu)


Audrey, sen bitanesin, biliyorsun bunu dimi?


That's me in the corner.

Diyorum ki, takvimlerimizi 1950lere ayarlayalim. Audrey, Ingiltere'den dans egitimini almis Amerika'ya gelmis, Hollywood'un tasli yollarinda yeni yeni emeklemeye baslamis. Tam tarih 1952 olsun mesela. Roman Holiday'in cekimlerindeyiz. Tek fark, Gregory Peck gitmis, yerine yakin gelecekte turkiye'nin oscarli ilk ve tek oyuncusu olacak olan QM eslik ediyor Audrey'e. QM, o zamanlarda, fotografta da gorulebilecegi gibi, uzak dogulu arkadaslariyla ayni sofrayi paylasmakta, cubuk tutarak yemek yemektedir. Ama bir sorun vardir, tabagin icindeki yemek sividir, cubukla nasil olmaktadir bu? Ayrica, tabaga batirilmis o paslanmaz celik super kasik, akillara QM'in sirf fotograf cektirmek icin otantiklik olsun diye o cubuklari eline aldigi suphesini getirmektedir. Anlayacaginiz, QM o donemde ucuz produksiyonlarin basit senaryolarin kurbani olan fakat gelecek vaadeden parlak bir oyuncudur. Roman Holiday, hem Audrey icin hem de QM icin ilk hit olacaktir. Cekim aralarinda, Audrey, Peck yerine, QM ile kagit oynamakta, cift birbirlerini kacamak bakislarla suzmekte, bazen de "aa sen kagit caldin ac bakayim avucunu" gibi cocuksu masum oyunlarla birbirlerine yaklasmaktadir. Tum ciftler bize imrenmektedir, gunde 1015 defa "siz var ya birbirinize super yakisiyorsunuz, sakin ayrilmayin" sozunu duyuyoruz, bunu duyan ben Audrey'in beline biraz daha kuvvetle sariliyorum, Audrey de bana donup soyle asik asik bakiyor:


Cok mutluyuz. Acayip mesuduz. Herkes bizden bahsediyor. NewYorkTimes, kendinden beklenmeyeni yapiyor, "Bir Turk Audrey'nin kalbini caldi" gibisinden magazinsel mansetler atiyor. NewYorkTimes'in yayin politikasinin icine edecek kadar kuvvetli bir ask bu. 85 punto ile "Kerem ile Asli b.k yemis", diyor Hurriyet gazetesi, onun yayin politikasi sasmamis da, uslubunun ayarini kacirtacak denli kuresel sarsinti yaratmis askimiz. Hersey guzel, hersey. Audrey arada bana "beni guzel buluyor musun?" diye soruyor, dilim tutuluyor, yutkunuyorum, nasil yani? Nasil yani seni guzel buluyor muyum? Kendinde misin Audrey sen? Herkes yapsin sen yapma bunu, Audrey.

Ilk resimde goruldugu uzere, masamda bir Audrey kitabi (ansiklopedi diyelim) yatiyor. Icinde Audrey'nin her doneminden yuzlerce fotografi, ilk dans gosterisinin bileti, aile albumu, hayranlarindan aldigi ask mektuplari, esine yazdigi ask mektuplari, modaci Givenchy ile olan inisli cikisli dostluk iliskisi, yani "all about Audrey" var. Ilerleyen gunlerde bu hazineyi siz sevgili okurlarimla paylasmayi gorev, borc, sorumluluk, odev vs. bilirim.
Posted by Picasa

Saturday, November 25, 2006

Me: Fusion of Con-fusions


Kalabalik icinde herkese laf yetistiren ve ilginin merkezi olma gayretinde olan da benim, bir kosede susup kesfedilmeyi bekleyen de. Bazen havali kucuk burjuva, diger zamanlar okumus etmis uzlasmaya kapali solcu. Hizbullah'in Israil ordusunu nasil dagittigini yaziyor NewYorkTimes, siddetin ne hos Hizbullah, Star Magazine'deki konu ise Tom-Kat-Suri ve Oprah'in neden dugune cagrilmadigi, herkes cok ayiplamis durumu, ben de eksik kalmadim tabi. En igrenc pop sarkilarini bangir bangir dinledigim de oluyor mesela; ama gothic rock, indie, nu metal, grunge itunes listemde en cok dinlenenler unvanini kimseye birakmiyor, demek ki durum umitsiz sayilmaz. Vogue ve Vanity Fair okurken buluyorum kendimi bazen, abonesiyim hatta o derece, ama AdBusters ("the political psychology of US Power") ve New Left Review olayi dengeliyor, vicdanimi rahatlatiyor (yukardaki fotograf Adbusters'tan; bir liste varsa, o liste "okunmasi lazim seyler" listesi ise, bu iki dergi o listeye gozu kapali girer). Gereksiz yere huzunleniyorum mesela, bugun "500 pictures of baby animals" adinda hayvan fotograflariyla dolu bir kitaba bakarken midemde bir yumru hissettim*, ama kimi zaman ise taskalpli, ciddi bicimde duyarsiz, kirici derecede alayci kisi de ayni kisi. Reina'nin Beyoglu versiyonlarina da gittigim oldu, Petek Dincoz'u biz geliyoruz diye yerinden kaldirmislardi yani, dusunun artik durumun vehametini (oh sinnerman! devil fcuk you!), amma ve lakin en underground mekanlardan cikmam normalde. Decadant and man of wisdom. Blind lover and one-nite-stander. Liste uzar gider, sonuc ayni: bunlarin hepsi benim cocugum. Oyle ya da boyle. Hard to confess, sometimes.

*
Soyle bir diyalog iste:

Matilda: I think I am kind of falling in love with you Leon. It is my first time, you know.
Leon: How do you know that you are falling in love, if it's the first time?
Matilda: I feel it.
Leon: Where?
Matilda: Here, in my stomach. There has always been a knot there, now it's gone.
Leon: I am happy that you do not have a stomachache anymore, Matilda. But, I do not think that it means anything.

(Ezberden yazdim, hafiza-i beser ve nisyan ve maluliyet durumu olabilir)

Boyle bisey iste.

Wednesday, November 22, 2006

Puma

"I do not like your fashion business Mister...I do not like what happened to my sister." (Leonard Cohen)
Dev markalarin insafsiz ve pervasiz (bkz. ust foto) "image control" yarisinda ufak piyonlariz hepimiz. Rolumuz bu. Ta ki Cohen'in dedigi gibi "I do not like" demedikce hepimiz, kararlilikla. Hepimizin isi gucu bir(kac) Puma sahibi olmak ve "isimize bakmak" (bkz. ust foto) olabilir, bir tercih de bu. Bize bicilen bu yasami secebiliriz, ve isin kotusu simdiki sessizligimiz secimin yapilmis oldugu manasina da geliyor olabilir aslinda. Ama bu secimin "marjinal zarari" cok yuklu, bunu bilerek secelim neyi seciyorsak. Yasamin Puma'nin ya da baska tekellerin sundugu dar cerceveden cok daha zengin olasiliklarla yuklu oldugunu soylesin birileri bize. Soyluyor aslinda, dinleyelim onlari, okuyalim bakalim mantikli mi dedikleri. "Milyonlarca sinek yaniliyor olamaz" mantiginda yanlis birseyler yok mu, bok yiyor o sinekler. Belki de "milyarlarca insan yaniliyordur."
"First we take Manhattan, then we take Berlin!"
Hayir, merkezden degil periferiden baslamak lazim donusume.
Samir Amin susar misin sen iki dakika?

Sunday, November 19, 2006

Babel


Inarritu'nun "Paramparca Asklar ve Kopekler" filminin hatrina gittigimiz Babel bir parca hayal kirikligi yaratti. Bu filmle bir kez daha anlamis olduk ki, kesisen hayatlar temasi orjinalligini kaybetmis. Orta yaslarina gecis asamasindaki karizmatik erkek imajindaki Brad Pitt, deli fisek Meksikali Garcia Bernal da kurtaramiyor filmi. Klasiklesmis dongusel asimetrik kurgu oyunlariyla kaybedilen gerceklik duygusu, yine bir o kadar klasik hareketli omuz kameralariyla saglanmaya calisiliyor. Gozumuzu ekrandan ayirmiyoruz belki, az da olsa hipnotik bir etkisi var belki, ama her hipnoz sonrasi yasanan sey oluyor film cikisinda: unutulmaya mahkumiyet. Kuru senaryosu, seyirciyi etkilemek icin yapilan oraya buraya serpistirilmis ufak tefek basit oyunlari, bir turlu yeterli gelmeyen trajik dozuyla Babel, birkac sene sonra izleyicilerinde "oyle bir film izlemistik dimi, hakikaten ne anlatiyordu ki o" seklinde hafiza tazeleme ihtiyaci hissettirecek kadar "duz" bir yapit.

Friday, November 17, 2006

"Yasanmis Sehir Hikayeleri" oh cok klisesin dostum!


Soyle oluyor mesela. Sen orda duruyorsun, ben burda. Aramizda bir mesafe var, 3 metre diyelim. Sen bana bakiyorsun, ben yere bakiyorum. Ben sana bakiyorum, sen yere bakiyorsun. Gozlerimiz kesisince elektrik enerjisi ortaya cikiyor, ilkokul ogretmenim o enerjinin 3te 5inin Istanbul'a 10 yil yeterse tamaminin kac yil yetecegini soruyor, sonuc kusurlu cikiyor. Kusurlu -kusuratli- cikiyor, kusurlu degil. Ikisi de ayni kapiya cikiyor, kapilar ise bir yere cikmiyor. Cikmaz kapi.

Soyle oluyor mesela. Sen ayakta duruyorsun, ben oturuyorum. Otobusle sehirici bir yolculuk yapiyoruz seninle, herkes "home sweet home" telasinda, sen ben haric. Kalkayim diyorum, "oturmaz misiniz?" desem, yok olmaz cok kibar o, "otursana" o da olmadi, ne bu samimiyet. "Oturursan bahtiyar olurum" -eski delikanlilardan kim kaldi hey yavrum. Yer vermek mantikli degil, fazla hisli bir davranis, "hoslandim senden gel gonul tahtima otur"un davranisa dokulmus arabesk sekli. Okur gibi yaptigim kitabi kapatiyorum. Sofor arkaya dogru ilerleyelim diyor. Sen duruyorsun dinlemiyorsun soforu, tepeden bana bakiyorsun. Ben dizlerime yatirdigim kitaba bakiyorum. Soforden ikinci ikaz. Sen ilerliyorsun. Ben oturuyorum. Aferin bana. Cok tebrik ettim kendimi.

Soyle oluyor mesela. Iki sira onumde oturuyorsun. Sag omzunu acikta birakan koyu kahve birsey giyinmissin. Incecik boynuna bakiyorum, bu kadar zerafet fazla oh my god. Yaptigim igrenc esprilere nasil da icten guldugunu hatirliyorum, bebege ceee yapilinca kikirdamasi gibi bir ses cikariyorsun. Simdi donup arkana baksan, bakmiyorsun. Ders bitiyor. Sen yuruyorsun agir agir. Sana bakiyorum. Orali degilsin. Gecmis olsun.

Wednesday, November 15, 2006

Sen tanri misin?

QM: Gunahim neydi allahim?
A: Adimi kucuk harfle yazdin.

Edit.

Bir
kulumu cok sevdim, o beni hic sevmiyor. (Ibo'cu takiliyor)

Tanrim, Allah belani versin. (bir tur medeniyetler catismasi)

Welcome to the desert of the real

Ufak seylerle mutlu olabilmek buyuk meziyet degil aslina bakarsan Miss Topesto. Bu meziyet beraberinde ufak seylerle mutsuz olabilme becerisini de getiriyor cunku.

Duman, gevrek gevrek sarki soyluyor. Bir genc kiz hickira hickira aglayarak karsi dairenin kapisini tekmeliyor. "Please open the door, it is me, your love." Sanki apartman bosluguna minnacik bir kedi dusmus gibi, herkesi acima ile ofke arasinda birakir gibi, kendini kendinden utandirir gibi. Yok yavrum, acilmaz o kapi. Hadi bizi de rahatsiz etme gecenin bu saatinde. Winning Eleven'da Ascoli'den yenilen son dakika golu. Dize vurulan sert bir darbe. Bugun hic birsey okumamis olmanin verdigi bulanti ve pismanlik. Uyuyan bir sehir. Thanksgiving'de New York'a mi gitsem acaba? Davet de gelmisken kacirmamak lazim aslinda. "Open the door!" Sus be guzelim iki dakika, hesap yapiyoruz surda.

Tuesday, November 14, 2006

Ninjayim ninjasin ninja










Bundan 15-16 sene oncesi filan. Teenage Mutant Ninja Turtles firtinasi tam gaz devam ediyor o yillarda. Hizini alamamis, devam filmleri filan cekiliyor, oyle zehir gibi bir kusak dusunun. Neyse efendim biz 4 kisilik ekibi kurduk. Ben, kardesim, kuzen, bi de bir arkadas. Sonra is, rol dagilimina geldi. Kisayi ceken Donatella (purple olan) olur dediler ben kisayi cektim, Donatella oldum. Kimse Donatella olmak istemiyordu, cunku kullandigi "alet" bir sopadan ibaretti. "Mincika" ve "gamali bicak" gibi havali aletlerin yaninda kimse "kalas" kullanmak istemiyordu tabi, anliyorum. Yadirgamadim ama, Donatello'yu bagrima bastim, o benim artik kod adimdi, gorevin iyisi kotusu olmazdi. Hepimiz kutsal bir sey ugruna savasacaktik da, o sey ortada henuz yoktu.

Kardesim, Rafael (kirmizi), kuzen Michalengelo (sari), arkadas Leonardo (mavi) oldu. Sira kendimize bi mekan edinmeye geldi. Yazlikta, komurluk adinda 2 metre karelik allahin unuttugu kedilerin kopeklerin isedigi yeri mekanimiz belledik. Bu kaplumbagalarin kanalizasyonda yasadigi dusunulurse aslina uygun bir yer secimiydi, mutluyduk. Sonra oraya hortum cektik yikadik. Annem arada gelip "ne yapiyorsunuz, islatmayin kendinizi, usuteceksiniz" gibi seyler soyluyordu, hava 35 dereceydi, ve o bir anneydi. Sonra gittik nalburdan kaplumbaga yesili boya aldik, komurlugun duvarina Ninja Kaplumbagalar yazdik. Zemine biseyler firlattik, mum filan koyduk saga sola. Karargah hazirdi, Shredder bizden korksundu. Girdik iceri, kapiyi kapadik. Planlar filan yapiyorduk, derin askeri stratejiler, hatirlamiyorum sene 1918 filan. Canakkale cocuklariyiz hey anam hey! Sonra, e yeter disari cikalim dedik, fakat bi sorun vardi, icerde kapinin kolu yoktu ve bu yuzden kapi acilmiyordu. Cok korkmustuk, karanlikti ve son mumumuz da tukenmek uzereydi. Once Rafael (kardes) aglamaya basladi, arkasindan hepimiz en cesur gozyaslarimizi bosalttik. Bir efsane orda bitiyor muydu, Ninja Kamplumbagalarin omru bu kadar miydi, bi yerlerde o en sevmedigimiz "to be continued" yazacak miydi? Dort tane ninjanin salya sumuk aglayarak bir kapiyi dovdugunu kurtarin bizi diye "kizlar gibi" bagristigini dusunun. Onlar bizdik. Annem geldi, kapiyi acti, babam amcam yengem tum sulale, allah kahretsindi, o gun bize gelmislerdi. Amcam kendine ozgu argosuyla "bok cuvallari hay!" demisti. Ortada oyle bir cuval olsaydi da icine girseydik, boyle rezil kepaze olmasaydik. Fenaydi, cok fenaydi.

Fakat yilmadik. Efsane orda bitmedi. Bu olaydan bir ders edindik -altin kural: karargahin kapisi hep acik kalacak-, yolumuza devam ettik. Antremanlar filan yapiyorduk, bir yerden bi yere atlamaca, agaca tirmanmaca. En buyuk hedefimiz, annemler balkonda okey oynarken eve gizlice girebilmekti. Ne manasi vardi bilmiyorum, o zamanlar cok onemliydi. Annemler "bizden gizli eve giremezsiniz" diye bisey demiyorlardi tabi, umurlarinda bile degildik, kendi halimizde takiliyorduk. Amac, onlara gorunmemekti. Yazlik zemin katiydi, balkondan eve giriliyordu, ve baska giris kapisi yoktu. Bu gorevin en zorlu tarafi suydu: bir kisi balkonda okey oynayan bizimkilere gorunmeden balkondan eve girecek, sonra en arka odanin penceresini acacak, geri kalanlar da o pencereden eve tirmanacakti. Babam tuvalete kalkarken, annem caylari tazelerken arada bizi gorurdu, uzulurduk "ulan tuh yine gorunduk." Her gece bunu defalarca oynardik, "aha ahaa sen yakalandin, ben daha iyi ninjayim" hesabi birbirimizle kafa bulur capimizca eglenirdik.

Daha cok toyduk, hersey guzeldi, gercekle dus henuz ic iceydi.

Ninja isimlerimiz hala belleklerimizdedir, biraz cakirkeyif olunca ortaya cikmayi beklemektedir. Posted by Picasa

Monday, November 13, 2006

On Bullshit




















Yazdiklarin cok b.ktan, bi seye benzemiyor, dersen sana katilirim sevgili okuyucu. Hem oyle sen sanki cok mu super yaziyorsun diye cirkeflik de yapmam. Haklisin der gecerim, yani, oyle umrum olmaz. Bunun yaninda, iste sana degerli vaktini hic bir endise duymadan harcayabilecegin bi kitap, konusu direkt ceviri yaparsak "Bogaboku Uzerine". Oyle burun kivirmayiniz efendim, bol odullu bi yapit, hem Princeton University basmis bu kitabi, az sey mi ya? Soz yazarimiz Frankfurt'un:

One of the most salient features of our culture is that there is so much bullshit. Everyone knows this. Each of us contributes his share. But we tend to take the situation for granted. Most people are rather confident of their ability to recognize bullshit and to avoid being taken in by it. So the phenomenon has not aroused much deliberate concern. We ahve no clear understanding of what bullshit is, why there is so much of it, or what functions it serves. We have no theory.

Olayi teorisiyle ogrenmek isteyen genc zihinler (yaslilar siz bosverin, gecti artik, emekliligin tadini cikarin), iste firsat. Madem blog yaziyoruz, isi bilerek yapalim dimi ama. Posted by Picasa

Gelene Tom gidene Brad!















Yine her zamanki gibi universitemden cikmis, 71C otobusume soforu selamlayarak binmis, 10 dakikalik yolculuktan sonra otobusten yine soforu selamlayarak inmistim. (Buranin adeti boyle, yoksa olay benim kibaligim degil yani. Bildigimiz mazbut IETT soforlerini selamlasam herhalde adamlar saskinliktan kalp krizi gecirir.) Giant Eagle denilen bir super market zinciri var burda, oraya dogru gidiyordum, kafamda pringles'lar snickers'lar ve binlerce kalori ucusuyordu. Sonra bi ses isittim: "Hey Tom Cruise!" diye seslendi biri bana arkamdan. Aha dedim iste kiymetimi anlayan biri cikti sonunda, ne mutlu bana. Dondugumde beni orta yasli cirkin bi zenci kadin karsiladi. Bana biri Tom Cruise diyecekse bu o olmamaliydi, hem de herkesin ortasinda bu cok ayipti, kabul edilemezdi. "What?" dedim, ne istiyorsun cabuk konus manasinda. "50 cents?" dedi, para istiyordu. "Yok dedim, anlamam ben rapten mapten. Hem ben de "gangsta" tipi var mi, bi bak hele su melek yuzume. Hem birak 9 kere kursunlanmak, omruhayatinda kurusiki tabanca gormedi bu gozler" dedim. Kadin afalladi, deli herhalde dedi, uzaklasti. Sonra gozetledim bu hatunu uzaktan, bi kac kisinin arkasindan "Hey Al Pacino!" , "Hey Brad!" diye kosturup duruyordu. Posted by Picasa

Thursday, November 09, 2006

oh my gosh!

















Many of you think that I am a god with two legs. I tell them to be more realistic: I have also two arms.

Efendim, bu sekilde havalanmama sebep asistani oldugum Mantik dersini alan ogrencilerin hakkimda soyledikleridir. Aynen aktariyorum:

"He is knowledgable and kind"

"He is always well prepared and is very knowledgable of the material. From what I hear, I was very lucky on getting this specific teaching assistant"

"Good personality"

"Creates very comfortable educational envoirement, easy to ask questions"

"Knows the subject very well and tries to help students understand it fully"

"He is nice and open to questions about concepts we go over in class"

"Always willing to help students understand better"

"Answers questions with ease, gives all an opportunity to ask questions"

"He does a good job of clarifying things the class is confused about"

Bir kitabin arkasinda yazarla ovguler olmaz mi? olur. iste bunlar da benim "kitabima" iliskin ovguler.

PS: Uzun zamandir icinize birsey dogmuyorsa kisir olabilirsiniz. Bizim mahallede ufurukcu Abdullah efendi var, iki seansta kisirliga tam cozum. Biraz elliyor, hepsi bu.
Posted by Picasa

Monday, November 06, 2006

Nice Mutlu Yillara!














Bir yilini doldurmus oldu QM. Can sikintimi alir biraz belki diye baslamistim, aldi da. Oyle ya da boyle okumus olan, yorum yazan yazmayan herkese tesekkurler. Orda bir yerlerde oldugunuzu bilmek yetiyor bazen. Posted by Picasa

Sunday, November 05, 2006

Bloggirlik demek...15 madde (simdilik)

Dunyada bir hayalet dolasiyor, bloggir hayaleti...Dunyanin tum bloggirlari birlesin. (QMarx)

Beni tanimak demek, benim yuzumu gormek demek degildir. Beni tanimak demek, blogumu okumak, email atmak filan demektir. (QMustafa)

Hepimiz uzun vadede bloggiriz. (QKeynes)

Ya barbarlik ya bloggirlik. (QLuxemburg)

Tinin dialektik gelisiminin vardigi son sentez evresi, bloggirliktir. (QHegel)

Saf bloggirligin elestirisi. (QKant)

Bloggirlik dogustan gelen bir dilsel yetenek isidir. (QChomsky)

Bloggirlik varolussal bir secimdir, ve ozden once gelir. (QSartre)

Devrimci teori olmadan devrimci bloggirlik olmaz. (QLenin)

Otonom bloggir komunleri kuralim. (QBakunin)

Hepimiz magara duvarina yansiyan golgeleri seyreden bloggirlar gibiyiz. (QPlaton)

Ah bu bloggirligin gozu kor olsun. (QMuren)

Bir bloggir bir sabah uyandiginda kendini karafatma olarak bulursa ne olur? (QKafka)

Bloggirlik kati gonderimsel bir kavramdir. (QKripke)

Bloggir bloggirin kurdudur. (QHobbes)

Friday, November 03, 2006

2007, Audrey yili olsun

Yuvarlak masa sovalyelerinin kendileri yuvarlak degildi, yuvarlak olan sadece masaydi. Hepimiz bunda hemfikirsek, o zaman masanin gunahi neydi? Marangoz neden onu yuvarlak yapti? Kimse neden bunu dusunmuyor? Ne kadar vurdumduymaz bir genclik olduk biz. Yaslaniyoruz gerci, yaslaninca rahata erecegiz. Kimse vurdumduymaz yaslilardan bahsetmiyor. Yazik onlara aslinda. Kinamaya bile gelmiyorlar.

"Keske"leri ve "en bastan hic olmamiscasina"lari toplayalim. Tacizleri, tahrikleri ve "kotu soz soyle ki icindekini anlayalim"lari cikartalim. Kalan eger pozitif ise, yola devam edelim. Haydi, herkes hesap makinelerinin basina.

a href="http://www.justforeignpolicy.org/iraq/iraqdeaths.html">Just Foreign Policy Iraqi Death Estimator