Sunday, December 21, 2008

Ozur Diliyoruz

“Ozur diliyoruz” adiyla baslatilan imza kampanyasina (bkz. www.ozurdiliyoruz.com) acilan bildiri, iki cumleden ibaret:

"1915’te Osmanli Ermenileri’nin maruz kaldigi Buyuk Felaket’e duyarsiz kalinmasini, bunun inkar edilmesini vicdanim kabul etmiyor. Bu adaletsizligi reddediyor, kendi payima Ermeni kardeslerimin duygu ve acilarini paylasiyor, onlardan ozur diliyorum."

Imza kampanyasi baslar baslamaz artik hepimizin ezberledigi devletlu tepkiler, Turkiye Cumhuriyeti’nin yetkili makamlari (“Peki ya Ermenilerin gerceklestirdigi cinayetler?”), kimi emekli buyukelciler (“Peki ya Asala teroru?”) ve anaakim medyanin en dinamik unsurlari (Ertugrul Ozkok gibi soylersek, “saka mi bu?”) tarafindan gecikmeden servise sunuldu. Sivil toplum cephesinde ise, “Biz ozur dilemiyoruz” temali onlarca karsi-kampanya duzenlendi, kampanyayi duzenleyenlerin “aydin” kimlikleri dalga konusu yapildi, “vatana millete devlete baglilik” konulu ebed-muddet imtihanda sinifta kaldiklari cumle aleme ilan edildi. Aslina bakilirsa, kimse de aksini beklemiyordu zaten.

Imza kampanyasina acilan iki cumlelik bildiri, Ermeni katliamina iliskin tavrin, Hrant Dink’in ifade ettigi sekliyle, “siyasi degil vicdani bir mesele” olarak anlasilmasina donuk bir duyarliligi yansitiyor. Metinde “duyarsiz kalmama,” “vicdan,” “duygu ve acilarin paylasimi” gibi kavramlarla ifade edilen kisisellestirilmis tepki durumu, biteviye siyasi tartismalarla yipranmis ve kirletilmis bir alandan farkli bir yorungeye isaret ediyor. Sozkonusu olan, sivil bir tepkisellik ve irade gosterimi araciligiyla tanimlanan ve siyasetin basitce “milli menfaatler” uzerinden sifrelenen bir oyun olarak tesisine karsi cikan bir yonelimdir. Temel sorunun “bir bireysel vicdan meselesi olarak Ermeni katliami” minvalinde sunulmasi, kati-milliyetci ideolojinin klasik etki alani disindakileri bile zaman zaman etkisi altina alan “Acaba gun gelir bizden toprak/tazminat da isterler mi?” ve “Soykirim mi degil mi?” vb. benzeri sorulari anlamsiz kiliyor. Metinde “soykirim” yerine “Buyuk Felaket” ifadesinin yer almasi bu anlamiyla ikili bir islev goruyor: hukuki/politik bir tanimlama olarak “soykirim” kavraminin kullaniminin “iceride” refleksif tepkilerin odagi olacagi aciktir – iletilmesi gereken mesajin selameti acisindan “soykirim” kavramindan imtina edilmesi sirf bu bakimdan olsa bile hayirlidir. “Disarisi” acisindan ise, 1915’te gerceklestirilen zorunlu gocun – eski adiyla, tehcirin – sonucu olan Ermeni katliaminin Ermeni dilindeki adidir “Buyuk Felaket” (“Medz Yegern”) – bu bakimdan, bu kavramin kullanimi, hakiki bir ozdeslesmenin ve iki halk arasindaki samimi bir kucaklasmanin zeminini hazirlar.

Tuesday, December 16, 2008

Memleket ziyareti




Memleketime geldim, icim huzurla doldu. Bir de su yandaki gibi bir kar bekliyorum, her yer pempeyaz olsun.
Bir de gelirken, Airmall diye bir havayolu satis sirketinin su slogani gozume carpti:
"I am what I shop."
ohannesburgh dedim.

Saturday, December 13, 2008

Yunanistan Ayaklanmasi Dersleri ya da Bir Yunan Dunyaya Bedeldir

O bayragi o binaya dikeceksin arkadas!

Renklerdeki muthis ahenk! (o kafasindakinden ben de istiyorum!)



Yandim allah! Oglum Kostas iki bardak su dok!

Abiler, hah durun oyle iki dakika, geliyorum suprizim var!


Size layik degil ama, cam sakizi coban armagani!


Toz duman arasinda kuygu havada kosturan rin tin tin'e dikkat! Yunan fasistini kokusundan tanir!

Rin tin tin de devrimden yana, hayvan haklari icin en onde carpisiyor!

Ben onden bir yoklayip geliyorum su aynasizlari, sizler yandan kaldirim tasi sokmeye devam!

Ha Paris 68 Ha Atina 08!

Aralik 2008 Yunanistan Ayaklanmasi...Uzun yillar sonra dahi taptaze hatirlanacaktir.

16 yasindaki yoldaslarini katleden Yunanistan devletine dunyayi zehir eden Yunanistan gencligine selam olsun. En ufak kivilcimla patlayan, dur durak tanimayan, 'Katiller hükümeti utan, defol’ sloganlariyla, "En buyuk kabuslarini gercek yapalim" (ayaklanmaya ortaokul ogrencilerinin slogani!) nidalariyla kukreyen, Yunan isci sinifiyla birlikte yurumenin yollarini arayan Yunanistan gencligi bizlere ve dunyaya ornek olsun.
Bizim topraklarda her gun olduruluyor insanlar. Kiminin kanalizasyonda yuzduruluyor bedenleri, kiminin bos arazilere atiliyor. Kimi gupegunduz vuruluyor sokak ortasinda, kimi parkta arkadaslariyla dolasirken polisin tekmesini govdesinde yiyerek son veriyor yasamina. Kimi coplarla dovulerek kan kusa kusa oluyor, kimi sorguda yuksek katlardan asagi atiliyor.
Yunanistan'da bir tek kisinin oldurulmesiyle dunya alt ust oluyor, ulke agliyor, genclik savasiyor. Zamanda herseyi icine ceken bir yarik aciliyor, dostu dusmani, iyiyi kotuyu bicak gibi ikiye ayiriyor.

Friday, December 12, 2008

Miska

Ben ufakkene hayvanlarin her cesidini cok severdim. Baligim vardi, sonra kusum vardi, sonra tavsanlarim oldu, sonra civcivlerim, sonra kopegim, sonra kedim...Bunlarin hepsi de oyle tasrada kirda bayirda degil, Istanbul'daki sikisik apartman binalarinin birindeki 2 oda 1 salon bogucu bir sehir evinde oldu. Baliklarla iletisim imkani kuramadigim icin onlarin sevgisi de aslina bakarsaniz bir miktar yalan oldu. Kuslar konusmayan muhabbet kuslariydi, kavramsal celiski vardi bu durumda, adapte olamadim. Tavsanlarim minik minik sicarlardi, en cok onu hatirliyorum, bir de oldukleri zamanki kaskati vucutlarini. Civcivler ev hayvani degiller, deneyimle sabitledim. Kopek muazzam ilgi hayvani, bir gun cikarmadim sokaga, salonun ortasina isyan imzasini kaba etinden cikan parcaciklarla atti.

En son kedim oldu. Adi Miska, daha once bahsetmistim, ama coook uzun zaman oldu. Simdi o kedi buyudu, kocaman azmancan oldu. Miska'nin adini koyma seruveni oncelikle abidik gubidik bildik kedi isimlerini (cingoz, pamuk, cimcime vs) elemekle basladi. Sonra bir muddet arastirma/sorusturma ile beraber o ara sevdigim iki yazarin isimlerini birlestirmekle son buldu. Michel Foucault'nun Mis'i Kafka'nin Ka'si..Miska. Hem ekstra artisi da suydu ki, Miska bir rus ismi gibi geliyor kulaga. Raskolnikov, Ilyanuska, Bolkonsky kadar havali degil belki ama yine de ilik bir rus esintisini veriyor yeterince. Sonrasinda ogrendim ki efendim, meger bu miska bir rusca kelimeymis aslinda. "Minik ayi" demekmis hatta, bizim miska'nin gunumuz boyutlari dusunuldugunde pek ongorulu bir isim koydugum muhakkaktir. Zira ortalama bir kedi 4 kilo civari iken bizimki 6 hatta kimi rivayetlere -tartilara- gore 6.5 kilodur. Azmandir, kaplandir.

Thursday, December 11, 2008

ruhsuz hayat bombalari

Ruhsuz olmak ile gercekci olmak arasinda bir fark var mi acaba? Mesela gercekcilik ne iyimser ne de kotumser olmak, aksine bu iki oznel yonelimin ortasinda dar bir yol tutturmak ise...Ama "ruh sahibi olmak" ise tam da o anlamiyla oznel olmak, iki yonelimden birine savrulmak ise...E o zaman gercekci olmak ruhsuz olmak olmuyor mu? Soyle de sorabiliriz: gercekci olmak insanliga sigar mi?

Bir hocam vardi. Hala hocam sayilir kendisi aslinda, ama artik ondan ders almiyorum. Felsefeci kisisi bir insan ("filozof" cok yuklu bir terim, tasimasi zor; en guzeli yerini bilip alcakgonullu limanlara demir atmak). Demisti ki bir gun bana: "Hayat fazlasiyla cok yonlu genis bir deryadir, en guzeli bu cok boyutlu matrisin her noktasindan bir nese cikarmaktir, felsefe bu bakimdan tek yol degil, sadece bir yoldur." Sevgili hocam bunu bana soylediginde henuz daha korpe bir delikanliydim. Soyledikleri bana cok manali gelmemisti, sanki felsefeye yeterince vakit ayirmamasinin suslu bir bahanesini yapmaktaydi. O zamanlar, kutsadigim bu felsefe deryasina kendini cileci bir vakfedisin otesinde her soz bana zirilti, mirilti ve hatta hirilti gibi gelmekteydi. Ama simdi goruyorum ki, hayat hakikaten cok yonlu genis bir deryadir. Az ama oz bir sekilde soylemek gerekirse: zararin neresinden donulurse kardir. Artistik bir sekilde soylemek gerekir ise: her fark edis, erken fark edistir.

Cocukken garip bir dusuncem vardi. Ailecek oturdugumuz zaman, ozellikle de misafirlerle kalabaliklastigimiz siralarda, disardan birinin salonun tam ortasina bir el bombasi attigini dusunurdum. Bu el bombasi patlarsa hepimiz natur-mort olucaz, ama bunu durdurmanin tek yolu da benim o bombanin uzerine atlamam. Epey psikomanyak bir hayal dunyasi farkindayim. Neyse, her seferinde ben o bombanin ustune atlamak suretiyle cekirdek ailemi ve genis ailemi kurtarirdim. Bir keresinde bunu bir yakinima sordugumda, yani oyle bir olay olsa ne yapardin diye, atlamazdim yan odaya kacardim dedi. Cok sasirmistim o an, hala o saskinlik bellegimde sarapneldir. Sozun ozu, I am a Hiro Nakamura!

Wednesday, December 10, 2008

Aaa benim blogum var!

Evet yaa bir blogum var, hanimis benim blogum!

Sunday, February 10, 2008

Bakis gibi'si yok

Deryik bir fotograf istemisti, gecen postum uzerine. Boyle kotu bakan biseyler. Boyle bakislarimla ezerim ulan seni, sen de kim oluyorsun gibilerinden biseyler...Denedim, pek oyle bakamadim. Ortama havaya giremedim herhalde. Motive edici birseyler lazim. Kendi kendime bana yapilmis haksizliklar karsisinda edindigim bakisi tatbik edeyim dedim. Ama ortaya cikan bir james dean cool bakisindan ziyada daha cok kucuk emrah bakisi oldugu icin bu goruntuleri sizlerle paylasmayi uygun bulmadim...Zira aksi halde benden kacabilir, bu blogu bir daha okumamayi secebilirdiniz. Ben de cikar yolu gozlerimi victory'nin v'si seklinde kapatmakta buldum. Cunku bu gozler zaman zaman bir miktar bos bakiyor. Ve bendeniz, kendi sesini recorder'dan dinleyip de "aaa bu benim sesim mi?" tepkisine benzer bir tepkiyle, "aaa ben boyle mi bakiyoru?" deyip hayretlere gark oluyorum. Victory'nin v'si ile beraber kendime esrarengiz bir hava da katmis oluyorum ki, bu da bon bakan gozleri kapatmanin verdigi artinin yaninda ekstra bir artidir.

Arka planda gordugunuz benim daginik oda-evim. Pek de bisey gorunmuyor. Takdiri size birakiyorum.

Blog yazma isi oyle bisey ki, insan 3 gun ust uste yazinca her gun yazabilirmis gibi hissediyor, 3 gun yazmayinca da "yahu ben 3 gun ust uste nasil blog yazmistim" gibi hissediyor. Boylesine yazmanin yazmayi korukledigi (vice versa) bir surec bu is.

Bu arada, sevgili saygideger okunasi blog yazari doli-incapax beni sobelediler. Farkindayim. En kisa surede sobenin geregini yerine getirecegimi de burdan kendisine iletmeyi borc-vazife-gorev-gereklilik bilirim.

Bunun disinda hayat tum olanca tek duzeligi ile devam etmekte, ve gunesin altinda degisen kayda deger hic bir sey olmamaktadir.

Thursday, January 31, 2008

Nikey

Simdi bu garip kulunuz fransizca belasiyla bogusmaktadir. Bu fransizca oyle bir dildir ki, 4 tane gecmis zaman kipi vardir. Her biri sondan-ortadan farkli eklemelerle duzenlenerek nadide kelimeler once sekilden sekle sonrasinda ise ruyama girmektedir. Ogreneceksin dediler, kiz vermediler? yok yok oyle degil. Aksi takdirde, doktora bitmez dediler. Hevesliydim baslarda. Fransiz filozoflari fransizca aslindan gibisi olmaz dedim kendi kendime. Althusser, Sartre, Balibar, Descartes, Voltaire, Merlau-Ponty..say sayabildigin kadar. Yeni eski bitmez liste. Ama gelin gorun ki, bu ne menem ne cileli bir dildir. Istisnanin kural oldugu bu esrarengiz dil savasilmasi gereken bir matrixtir, ben ise henuz mavi miydi kirmizi miydi haplardan dogru olanini icememis bir Neo.

Hocamiz Fransiz. Yasi da benden ufak. Artik benden ufak hocalarim var, aglamak istiyorum. Durmadan fransa'yi elestiriyor bu Charles kisisi. Sarkozy'i elestiriyor. Biz fransizlar karisikligi severiz diyor Fransiz politik sistemini elestiriyor. Elestirel bir insan...Gecenlerde bizi Nike'i protesto etmeye cagirdi. Ki bu durum buralarda epey radikal bisey. Kimse bu tip konulara girmez. Itina ile kacinir hatta. Gerek yoktur cunku. Herkes profesyoneldir, isine bakar. Ama bizim Charles elestirdi. Uzakdogu'da cocuk iscilerin calistirilmasi olayindan girerek Nike'a verdi veristirdi. Arada globallesmeye de gecirdi. Aha dedim iste benim adamim! Iste Fransiz Aydinlanmasi cocugu! Iste Jakoben ruhlu bir nefer! Ama gelin gorun ki...Iki gun once....Derste ayakkabilarina gozum takildi...Evet evet...Nike giyiyordu. Devrim baslamadan bitmisti.

Ben de arada giyiyorum. O yuzden kimseyi de Nike giymeyin diyerek protestocu bir kivama getirmeye kalkismiyorum. Ertesi gun o adam bende Nike gorurse "yahu ne is" diye sorar diye urkuyorum. Ayrica bu islerin de tek tek hedef secilmis dunya tekellerine karsitlikla bitmeyecegini (ve hatta, daha onemlisi, oyle baslamadigini) dusunuyorum. Bir insan hem Nike'i protesto edin deyip hem de Nike'i kendisi iki gun sonra giyerse o kisiye tum saygimi kaybediyorum. Simdi bizim Charles benim gozumde konusmayi seven kafadan atmaci bir sahsiyettir. Agziyla kus tutsa olmazdir. Dersin sonunda kendisine "ne is?" demedigime yanarim.

Sunday, January 27, 2008

Bad Boy!

Aaaa qm'e bak neler okuyor! Hic yakistiramadik sana! (Tolga cekti bu fotografi. Hain kisi...artik unlu oldugum zaman arsivlerden cikacak kirli bir belgem var benim de. cok tikkatli olmaliyim cok.)

Friday, January 25, 2008

Bebek bebis babe baby

Scrubs diye superduper bir dizi var ya. Onun son sezonu bu. Aramizdan ayriliyor, eminim hepinizin gozleri doluyordur. Bu blog sayfalarinda bir keresinde scrubs sevgimi dile getirmistim, simdi aramaya ve bulmaya usendim ama. Kendisi bir hastane dizisi olup "janri" komedidir (romantik dozu da vardir, az biraz dramdir). Zach Braff'in Zach Braff oldugu yapimdir. Neyse. Bu hastanenin bir bashekimi var, adini hatirlamiyorum. Huysuz yasli bir adam. Bir de genc doktor Elliot Reid var. Elliot Reid henuz kariyer tercihini yapmamis, hangi konuda uzmanlasacak belli degil. Huysuz yasli doktor soyle birsey der: "cok dusunme. istatistiklere gore, kadinlarin cogu kadin dogumcu olur." Eliot kizar, kadin oldugu icin kadin dogumcu mu olmalidir yani? Bunun uzerine huysuz ihtiyar der ki, bir cocuk dogumunu gorunce kendini tutamayip yuzunde kocaman bir gulusle diyeceksin ki: "OOOOhhhh! loook at the baaaayyybyyy" Eliot yine kizar: "Oh I am sorry sir, but I have to say: I am offended" (saldiriya ugradim gibi bisey)Bolum sonunda bir cocuk dogar ve Eliot en icten gelen sesiyle haykirir: "OOOOhhh! loook at the baaayyybyy"

Bebek sevmek belki genlerle ilgilidir. Ben otobuste oturuyoru mesela. Ondeki koltuktaki minik kiz donup bana bakiyor, sonra tekrar koltugun arkasina saklaniyor. Uc bes kere yapiyor bunu. Ben kafami ceviriyorum. Cani oyun istiyor. Biraz gaz versem, saniyorum ki gelecek sacimla basimla oynayacak. Cocuk bu, biraz yuz ver, ne yapacagi belli mi? Rezil eder adami. Benden gazi alamayinca tabi oturuyor oturdugu yerde. Bazen de kafami cevirmek yerine, hafif urkutucu bakislar atiyorum. O zaman da hemen yuzu degisiyor. Aglamakli olup yanindaki annesinin koluna yapisiyor. Annesi de bana donup bakiyor, gulerekten. Ne yaptigimi anlamaya calisiyor. Tabi o zaman ben de gulmek suretiyle bebeniz bosuna korktu mesaji veriyorum. Bazi bebekler ama cok seker oluyor. Onlara da sadece bakiyorum. Hafif siritaraktan. Ama mesafeli. Oyle acuk gucuk yapamam ben. Karizma calistik dedik dimi. Ne olacak onca emek. Bir bebege yedirmem emeklerimi. Ha birgun kendi bebegim olur o ayri. Onu da kedim kadar sevsem yeter ona. Cok mu insafsiz geldi? Ama ben kedimi cok seviyorum.

Rihanna: Please don't stop the music!
QM: Tamam anam sabaha kadar burdayiz.

Thursday, January 24, 2008

Kenan Isik Fenomeni ve Hayat Cizelgem

Kenan Isik'in adinin hakkini verdigi yillardi. O yilllarda Kenan Isik, bir yandan evin dadisi Gulben Ergen ile kiristirirken bir yandan da yine ABD asirmasi bir yarisma olan "Kim besyuz milyar ister?"i sunardi (simdi facia bir sekilde "kim besyuz bin ister?" olan o bitik yarisma). Evet o yillar. Bu yarismanin ABD'deki karsiligi "Who wants to be a millionaire?"dir, hala gosterimdedir, kimse de sikilmadan izlemeye devam eder. Biz yedik o yarismayi. Afiyet olsun. Iste o yarismasinin firtina gibi estigi o "tekinsiz" (bkz. havali bir kelimenin yerli yersiz kullanimi) yillarda Kenan Isik icin ekranlara kosturan Turk kadinlari vardi. Kenan Isik amca (abisin, abi, tamam yuzunu dokme hemen) elini cenesine goturmek suretiyle en esrarengiz hamlesini yaparak yarismaciya su soruyu sorardi: "Son karariniz mi?" Yarismaci ister hemencecik "son kararim" desin ister bir sure dusunsun, Kenan Isik uzun uzun bosluga bakarak derin dusuncelere dalardi. Sanirdiniz ki kuantum fizigi ya da ne biliyim dunya barisi gibi cesitli sonsuz bilinmeyenler uzerine dusunuyor. Yarismaci "son kararim" dedikten sonra Kenan Isik'a bakar, bir sure tatli gergin bakislarla cilvelesirler -erkek yarismacilar dahil-, sonrasinda ise yarismaci "Kenan bey dedigimi anlamadi herhalde, hata bende tabi" gibi ezilir buzulurdu. Sonra, Kenan Isik bir anda derin dusuncelerden uyanir, "demek son kararin, gor o zaman gununu" kivaminda kuser gibi kutuyu actirirdi. Kutu yoktu o yarismada, olan sey -kuyruklu s, noktasiz i, k- idi. Ama bende kuyruklu s olmadigi icin gercekten acilan seyi yazmam ayip kacardi.

Neyse. Kenan Isik cok karizmatik gelirdi pek cok kadina. Gunlerden birgun Kenan Isik'in gazetede soyle bir demecini okudum: "Kadinlardan yana hic derdim olmadi. Hic bir kadina teklif etmedim, hep onlar bana yanasti." O anda bende salterler atmisti. Ya nasil ya? Donuk bakislar, beyaz sakal, el cenede durus...Bu mu karizma yani? Birkac gun Kenan abi'den gorduklerimi denemek suretiyle kadinlar uzerindeki etkimi test ettim. Sonuc felaketti. Aldigim tepkiler "QM ne oldu sana durgunlastin, hasta misin?"dan tutun da "QM nereye bakiyorsun oyle, ben burdayim, heeey"e kadar uzanmaktaydi. Kenan Isik taktiginden vazgectim bende. Karizma, insanin kendine yakisani giymesidir dedim. Karizma, kendin bilmektir, sen kendin bilmezsen ya nice okumaktir, deyip kendimi derslerime, ilim irfana verdim. Kenan Isik benim hayatimin sekillenmesindeki rolunu bilse gozleri yasarirdi herhalde. Sayesinde karizmanin farkli yollari konusunda ihtisas yaptim. Ama "hala kadinlardan yana hic derdim olmadi" diyecek kadar yol alamadim. Alamadim. alamadiiiiiiimm (bu noktada kahramanimiz elleriyle gozyaslariyla sulanmis yuzunu kaparatak-tan kosarak bulundugu mekani terk eder. Bir an donup arkasinda bakar, sonra kosmaya devam eder. Perde kapanir.)

Wednesday, January 23, 2008

Fantastik Apartman

Ben cocukken ailecek cok fantastik bir apartmanda oturuyorduk. Evimizin adresi de bu fantastik havayi birebir yansitiyordu. Deli Huseyin Pasa Caddesi uzerindeydi evimiz. Apartmanin adi da Beyaz Saray'di. Tamamen Turk kulturunu yansitan bir cadde ismi ile amerikan ozentisi bir apartman ismi arasindaki muthis uyum aslinda taaa o zamanlardan "Medeniyetler Ittifaki" denilen seyi apartman sakinlerinin ne kadar sindirmis oldugunun da bir gostergesiydi aslinda. Deli Huseyin Pasa, kutsal bilgi kaynagindan edindigim bilgilere gore, Sultan dördüncü murad devrinde yasamıs, yenişehir doğumlu bağdat, mısır ve bosna valisi imis. Ayni zamanda, Kaptan-i Derya imis. 1659 yilinda, Deli'nin gun gecmiyor ki artan ununden korkan Koprulu Mehmet Yedikule zindanlarinda Deli'yi bogdurtmus. Deli'nin zoruna bak, ve Kopru'su yikilacisa diyesi geliyor insanin. Sonracima, efendime soyleyeyim, Beyaz Saray'i da biliyorsunuz. ABD'nin merkez ussu. Simdi birlestirin bunlari iste bizim ev.

Daire numaramiz 2 idi. Sayiyla vermislerdi. Tam ustumuzde 4 numara vardi, o numarada oturan ailenin bir kizi vardi. Ablamiz yasindaydi, hmm, 3-4 yas filan yani. Cok guzel sesi vardi, her gun acili acili sarki soylerdi. Orhan abi de soylerdi, kusum Aydin da soylerdi. Sarki secimi konusunda cok demokratikti. Birgun bu ablayla konusurken-e, soyle garip bir diyalog yasadik:

Ben: Turkiye'nin baskenti neresi biliyor musun (hehe, ben biliyorum naber)?
O: Istanbul.
Ben: Sacmalama ya (ablamizsin ama simdi sictin), ankara.
O: Hayir.
Ben: Ya nasil?
O: Turkiye'nin baskenti istanbul. Istanbul'un baskenti ankara.
Ben: ??

Neyse, isim konusunda zaafli bu kardesiniz, ablamizin adini hatirlamiyor. Zaten ortaokuldan sonra okuldan aldilar kendisini. Ortaokul istifa kendisi. Cv konusunda hic derdi olmayacak onun, ne guzel. Hakkinda okullarin veremeyecegi bir kariyer dusluyordu ailesi sanirsam. Cok guzel sesi vardi bi de. Ama oyle boyle degildi. Simdi pop-star'a katilsa, oyumu kesin ona atardim. Zira, "ucumuz ve bir diva" Bulent Baci ile evlenen Armagan'a attigimiz oylar heba oldu. Erkek adam sanmistik onu halbukise.

Tuesday, January 22, 2008

Bir cirpida sevmedigim 10 sey

1. Kendime dair hakli oldugunu dusundugum olumsuz elestiriler almak
2. Onume koydugum hedefleri gerceklestirememek
3. Haksizliga ugradigimi fark edip de haksizlik yapan tarafin bunu fark etmemesi
4. Karsi tarafin beni nasil algiladigi konusunda yanilmak
5. Yakinlik gosterdigim insanlardan yakinlik gorememek
6. Anlamadigim halde bir metni okumak zorunda kalmak
7. Bir insanin yanimda sikilabilecegini dusunmek
8. Daha once planlanmis bulusmalarda sebepsiz yere ekilmek
9. Olcusuz nezaket
10. Ayakustu "small talk"

PS 1: Numaralandirma onem sirasina gore degildir.
PS2: 1. maddeyi sevmememi de sevmiyorum.

Monday, January 21, 2008

Ahmet Altan, Sorumlu Aydin Tavri

Ahmet Altan, Taraf gazetesinin olusumunda bas rolu oynayan aydinlarimizdan biri. Dun Taraf'ta yazdigi Genel Kurmay Baskanligi'nin Daglica baskinina iliskin yapmis oldugu "aciklama"yla ilgili yazisi bir bicimde "un" kazanmis yazar ve aydinlarimizdan beklemedigimiz olcude sert, dise dokunur ve cesurdu. Turkiye'de boyle sozleri soylemek demek kelle koltukta dolasmak demektir. Ahmet Altan gibi "kaybedecek birseyleri olan" birinin bu yuku sirtlanmasi her turlu takdire degerdir. "Sorumlu aydin" ister dururuz ya, iste ornek ve iste sozunu ettigim yazi:

Hrant Dink"in ölüm yıldönümünde eşi Rakel Dink"in acılı sesini duydum. Eşini öldürten o karanlık ilişkilerin hesabının sorulmamasından yakınırken, “adalet cesaret ister” diyordu. Doğru söylüyordu. Ve hepimizi utandıracak bir gerçeği açıklıyordu: Hala adalet için cesarete ihtiyaç vardı bu ülkede. Eğer “adalet için cesarete ihtiyaç duyuluyorsa” orada devlet gerektiği gibi işlemiyor demektir. Devlet, cesarete gerek duymadan adalete ulaşılmasını sağlayacak bir örgüttür çünkü.
Ama burada devlet yok, adalet yok, cesaret de yok. Adaletsiz, cesaretsiz, örgütsüz bir bulamacın içinde sanki her şey olması gerektiği gibiymiş gibi davranarak yuvarlanıp gidiyoruz. Siyasi iktidarımız ise kendini başka bir ülkenin iktidarı sanıyormuş intibaı veriyor. Buradaki hiçbir hukuksal sorun onu ilgilendirmiyor. Türban hariç tabii. Bizim siyasi iktidarımız “türbandan sorumlu” sadece… Gerisi onun alanına girmiyor. Birileri vuruluyormuş, suikastler, saldırılar oluyormuş, suçlular yakalanmıyormuş, yakalananlar serbest bırakılıyormuş… Bunlar bizim iktidarımızı hiçbir şekilde ilgisini çekmiyor. İktidardaki kardeşlerimiz biraz “ürkek” tabiatlı çünkü; duymak, görmek, söylemek, onların bünyesine pek uygun düşmüyor.
Tabii siyasi iktidar böylesine ürkek ve suskun olunca başkaları konuşuyor. Genelkurmay Başkanlığı kalkıp bir açıklama yapıyor. Açıklama, Dağlıca ile ilgili. Tabii buna pek “açıklama” denmez, bir şey açıklamıyor çünkü, daha ziyade korkutma ve tehdit üzerine bir metin. Şöyle diyor örneğin: “Ordu karşıtlığını siyasi ve ekonomik rant aracı yapan bazı çevreler, Türk Silahlı Kuvvetlerine seviyesiz bir şekilde saldırmak için, bu olayı saptırarak kendi amaçları doğrultusunda kullanmaktadırlar.” Dağlıca baskını üzerine giden gazete biziz. Dürüst birkaç yazardan başka kimse bu olayı sorgulamadı, hele siyasilerden ses bile çıkmadı, ödleri patladı onların.
Şimdi bunu yazan paşalara sormak istiyorum: Biz, “Dağlıca baskınında neler oldu” diye sorarken bundan kendimize nasıl “siyasi ve ekonomik rant” sağlıyoruz? Külliyen yalan bu. Yazarken bunun yalan olduğunu bilmiyorlar mı, biliyorlar. Niye böyle bir şey yazıyorlar peki? Bir ülkenin Genelkurmay"ına yakışır mı bu?
“Olayda şüphe, önyargı ve kinle üretilmiş iddialar ön plana çıkarılmakta; Dağlıca"da aynı zamanda hain bir saldırının 12 vatan evladının kan ve canları pahasına püskürtülerek, bir fedakarlık örneği sergilendiği göz ardı ediliyor.” Biz de tam bunu soruyoruz işte. O 12 çocuk niye öldü? Askeri açıdan gerekli bütün tedbirler alındığı halde mi öldü o çocuklar? Genelkurmay “bütün tedbirler alındı” diyorsa, o tedbirleri açıklasın. “Alınmadı” diyorsa tedbir almayanlar hakkında ne yapıldığını söylesin. O baskından sonra sadece PKK"nın alıp götürdüğü “sekiz asker” tutuklandı. Onlar mı gerçekten o baskından sorumlu olanlar? PKK"nın daha bir hafta önceden katırlarla yığınak yaptığı, baskın günü telsizlerle konuştuğu bilindiği halde nasıl bir hazırlık yapıldı bu baskına karşı? Niye bölük komutanları izindeydi? Niye tabur komutanı yerinde değildi? Niye, askerlerin iddialarına göre, PKK"nın geliş yönündeki üç mevzi boşaltılmıştı? Niye hedef gösterir gibi sis ışıkları yakılmıştı? Askerlikte baskına karşı bunlar mı yapılıyor? Bunların sorumlusu hapisteki sekiz asker mi?
Açıklamada, ordunun “köklü bir özeleştiri geleneği” bulunduğu da söyleniyor. Nedense ben ordunun yaptığı tek bir “özeleştiri” örneği bile hatırlayamadım. Acaba Dağlıca ile ilgili bir özeleştiri de yapabilirler mi? Bakın, biz çok basit ve çok net sorular soruyoruz. Bir gazetenin “işi” budur. Topluma ve parlamentoya karşı sorumlu olan Genelkurmay"dan da aynı basitlik ve netlikte cevaplar bekliyoruz. O gece Dağlıca"da neler oldu? Neden bütün suç esir düşen sekiz askerin üstüne yıkıldı? Bu sorulara cevap vermeyen hiçbir açıklama gerçek açıklama değildir. Bir de, açıklamada tehditkar ve korkutucu bir üslup var. Paşalara şunu söylemek isterim, biz korkmak için çok ihtiyarız. Bundan vazgeçsinler.
Yazarların ensesinden vurulduğu bir ülkede yaşadığımızın fevkalade farkındayız. Ama yaşadığınız ülkede çocuklar haksız yere hapse atılıyorsa… Vurulan yazarları öldürtenler araştırılmıyorsa… Utanıyorsunuz. Utanılacak işler yapılan bir ülkede sesini çıkarmadan yaşamak ise bazıları için ölmekten daha kötüdür. Bilmem, anlatabiliyor muyum…

Kaynak: http://www.hurhaber.com/news_detail.php?id=98682

Saturday, January 19, 2008

Hrant, ne cok seydin sen aslinda

Utancimizin diger adi Hrant'tir artik. Aynalara kuskunlugumuzun, kendimizden kacma istegimizin, gerceklestirilemeyen benligimizin adidir Hrant. Kor insan dusmanligina bogun egisimiz, yeterince birsey yapamayisimiz, yenilgimiz, hayal kirikligimiz, ice kapanip sadece aglamaktan baska birsey istemeyisimizdir Hrant. Hersey kahrolsundur, yikilsindir, dagilsindir. Elimizden gelmiyor iste. Bunca ses bunca haykiris yalvar yakaris. Hersey bunca ortada, ayan beyan sacildi meydana. JITEM'iyle, tetikcisiyle, valisiyle, eminiyet muduruyle, ic isleri bakaniyla, adalet bakaniyla, kirli savas medyasiyla, ve cubbeli polis vazifeli yargiclariyla...Hersey gozumuzun onune dokulmus, oylece seyrimize amade. Ve hicbirsey yapamiyoruz. Duyulmuyor sesimiz, eziliyor buzuluyor parcalaniyor icimiz.

Agos'un onunde toplandi bugun sadece bin'ler. Bu kadar mi azaldik bir senede? Bu kadar mi kaybettik? Adalet arayisimizin kullanma omru 1 senecik miydi yani? Bu ulkede gercek baris, gercek kardeslik istemeyenler gucunu bizim bu yalnizlasmamizdan, kendimizden vazgecisimizden, unutkan zihinlerimizden almiyor mu? Bunu da mi unuttuk yoksa? Bir sonraki katliami mi beklemek gerekecek Hrant'in adini hatirlamak icin? Kisisel hikayelerle degil de soguk istatistiklerle numaralandiracagimiz bir vaka mi olacak "guvercin tedirginligi"ndeki Hrant'in ensesine yedigi 3 kursun?

Rakel Dink, gecen sene "bir bebekten katil yaratan" bu olumcul atmosferi bizlere sorgulatan Rakel Dink, yine baslarimizi one egdiren bir konusma yapti:

Peki adalet nasıl yerini bulacak, geçen bir yıl içinde adalet adına ne gördük?
Katilin eline ülkemin bayrağını verip poster çektirenlere ülkemin adaleti ne yaptı?
Sadece görüntülere basına verenlere dava açıldı. Stadyumlarda “Hepimiz Ogün’üz” diye bağıranlara, onu hain ilan eden devlet görevlilerine ne yaptı ülkemin adaleti?
Telefonda “Tek farkılılk kaçmayacaktı ama bu kaçtı” diyen ve “kimin öldüreceğini bilen” emniyetçilere ne yaptı ülkemin adaleti?
Daha katil yakalanmadan silahın markasına kadar bilen jandarmalara ne yaptı ülkemin adaleti?
Cinayet planları yapılan ocaklara ne yaptı ülkemin adaleti?
Eşime haddini bildirmeye çalışan vali yardımcısına ne yaptı ülkemin adaleti?*

Ne diyebiliriz ki? Sukunet icinde tas kesilmekten baska ne yapabiliriz ki? Cigerimiz yaniyor. Ne yana baksak inanilmasi guc seyler goruyoruz. Yuregimiz kaniyor. Bekliyoruz, sonsuzca bekliyoruz. Belki birsey olacak, taslar yerinden oynayacak, develer karinca, karincalar deve olacak. O zamani bekliyoruz.

Milletimiz sessiz. Azimsanamayacak bir kismi "basit bir Ermeni dolu" icin cikartilan bunca yaygarayi bile cok buluyorlardir. O Ermeniler degil midir ki, sozde Ermeni soykirimi iddialariyla TURKlugumuzu yaralayanlar? O Ermeniler degil midir ki, demokrasi yaniltmacalariyla TURKlugumuzu bizlere sorgulatan? Al sana katliamsa katliam. Oyle olmaz boyle olur cinsinden. Sonra gun gelir bakarsiniz tarihlere bu da "sozde" olur. Cocuk kaniyla yapilan bayraklarin onunde aglamakli olup duygulananlarin, olumden gozu kararmis bir zihinsel dunyanin icinde, bir avuc kalmis kisi cirpiniyor. Simsekler her zaman onlari buluyor, dunya hep onlarin basina yikiliyor. Insanin boyle zamanlarda kendi milletine herseyi reva goresi geliyor.

*http://www.ntvmsnbc.com/news/433581.asp

PS: Bu arada Hrant'i vuran silah Rize Ardesen yapimiymis. Benim memleket!

Thursday, January 17, 2008

Nazim Hikmet Memleket



Iki gun once (15 Ocak) Nazim'in dogum yildonumuydu. O zaman yazamadik. Simdi Nazim ustune yazilmis seylerden kisa bir derleme yapalim.

Pablo Neruda
GÜZ ÇİÇEKLERİNDEN NÂZIM'A ÇELENK
Niçin öldün Nâzım?
Ne yaparız şimdi biz
şarkılarından yoksun?
Nerde buluruz başka bir pınar ki
onda bizi karşıladığın gülümseme olsun?
Seninki gibi ateşle su karışık
acıyla sevinç dolu,
gerçeğe çağıran bakışı nerde bulalım?



(Nazim ile Piraye)


Howard Fast

NÂZIM HİKMET'E

Kendi duvarların nasıl tutamadıysa kelimelerini,
bizim duvarlarımız da tutamadı, kardeşim,
kelimelerin buldu bizi.
O gün cezaevinde geldi yanıma
pek iyi bildiğin cezaevi fısıltısıyla
o ince yazar, Albert Maltz...
Hayatı anlatan şeyler söylemekti onun suçu da,
barışı, umudu, özlenen şeyleri...
Özgür olduğunu söyledi bana.
Özgür, dedi, Nâzım Hikmet özgür artık,
ozgürlük içinde dolaşıyor kendi ülkesinde,
açık alınla söylüyor türkülerini bütün insanlar için.
Nasıl anlatırım dostum, yoldaşım, kardeşim,
hiç görmediğim ama çok yakından bildiğim,
başımın üstünde tuttuğum kardeşim benim...
nasıl anlatırım bunun anlamını sana?
O anda biz de kurtulmuştuk çünkü.




Jean Paul Sartre

Nazim Hikmet'e Saygi

Ben her şeyden önce onun insan olarak büyüklüğünü ve kabına sığmaz enerjisini hatırlatmak istiyorum. Onu ağır hastalığı sırasında tanımış, yaşamak ve savaşmak iradesi karşısında şaşıp kalmıştım. Ama beni asıl etkileyen onun hüzünlü ve alaycı uyanıklığı oldu. Eziyetlerden, ölümlerden kaçıp kurtulan bu adam - başkalarının yaptığı gibi - dinlenmiyordu. Biten hiçbir şey yoktu onun için. Dıştaki düşmanla savaşırken içteki dostların hatalarına karşı da kardeşçe bir savaşı sürdürüyordu. Herkesle birlikte barış uğruna, emperyalizme ve faşizme karşı savaştığı sırada bile, Moskova'da oynanan bir piyesinde, bürokrasinin tehlikelerine karşı arkadaşlarını uyarıyordu. Ne militan disiplininden geçti, ne de yazar eleştiriciliğinden. Bu çelişmeyi sonuna kadar yaşadı. Bu sürekli gerginlik, son yıllarda, mahpusluktan artakalan güçlerini de yedi bitirdi. Ama asıl bu yönüyle bugün bir örnek insan olarak kalıyor aramızda.

*****

Ulke topraklarinda gomulmesi vaktinde sakincali olan Nazim Hikmet, vatan askiyla yanip tutusarak uzak diyarlarda gozlerini dunyaya kapadi. Simdi sessizce uzerimizde hayalet gibi dolasiyor, gulen isil isil gozleriyle vaktinde yerine getiremedigimiz son vasiyetinin - "bir koy cinarinin dibinde gomulme"nin - ezikligini yasayan bizleri usul usul izliyor.

Tuesday, January 15, 2008

Kirildi Kalem

Adaleti saglamak gorevli yuce Turk mahkemeleri defalarca bu halkin vicdan sinavinda sinifta kaldilar. "Ulkemin cikarlari sozkonusu oldugunda yasa-masa dinlemem" diyen atilgan durumdan-vazife-cikartan yargiclar, sadece herkesin bildigi gercegi dile getirmekten ote bir kusurlari olmayan acik sozlu gorev adamlari. Bir nevi karakter oyuncularimiz. "Ulkenin cikarlari" gayet esnek sakiz gibi cignenesi bir kavram...Boyle durumlarda aklimiza ilk dusmesi gereken sorunun artik "hangi Turkiye'nin cikarlari?" oldugunu Turkiye Cumhuriyeti projesi tarihinin magdurlari gayet iyi biliyor aslinda. Ayrica, hukuk denilen sey tam da "ulke cikarlari" gibi konjonkturel politik gerceklere gore adapte edilip esnetilmeyecek zaman asimi bir adalet arayisi degil mi? "Yargi bagimsizligi" denilen husus, gundemimize sadece "islami kadrolasma" tehlikesi disinda bir turlu giremeyen bu ulvi ilke, bu ulke ustune her konusanin "olmaz bizde boyle birsey, ama adet yerini bulmus olsun" kabilinden sinik bir uslupla dile getirdigi fahise bir kavram haline gelmedi mi?

Baran Tursun, sanli Turk polislerinin "dur" uyarisina uymadigi icin vurularak oldurulen bir genc. Kursunu kafasina yediginde yasi 20 yili gosteriyordu. Onu olduren polisi aklamak icin bin dereden su getirildi. Mahkeme savunmasi, bizzat yargic tarafindan katil polise sufle edildi - adeta bunlari soylersen kurtulursun bak! mealinden...Oglu oldurulen bir babanin ofkesi, polisiyle yargisiyla koseye sikistirilmis kendisiyle adeta kafa bulunan vatandisin cigligidir aslinda:

"Oğlumun katilleri, korunan katillerdir. Bornova Asayiş Ekipler Amiri Bülent Girgin, Asayişten Sorumlu Emniyet Müdürü Yardımcısı Naci Kuru, bu işi organize ettiler. Bir mermi çekirdeğini bulup, koltuğa koydular. Tanık polislere ‘sizin ifadelerinizi bir hazırladık, çıkışta imzalayın’ dediler. Cep telefonunda bunun kaydı varmahkemeye sunacağız. Mahkeme Başkanı, duruşma salonunda polisleri ‘arkadaşın öyle diyor, böyle diyor’ diyerek yönlendiriyordu. Biz bu mahkemenin figüranı olmak istemiyoruz, biri polis diğeri astsubay iki tanığımız ve başka delillerimiz var. Adalete kesinlikle güvenmiyoruz. Oğlumun katilleri, Tursun ailesinin nefesini ensesinde hissedecek."

Adaletin kiramadigi kalemi, baba Tursun kirdi. Turk mahkemelerine guvenmeyen bir aile, kendi meclisinde zanlinin cezasini kendi usullerine gore kendi kesti. Protestolari, bagrismalari neticesinde mahkemeden cikartilan anne Tursun haykiriyor:

“Hesap soracağız. Ant verdim. Kurban adadım senin çıkman için. Bırakın bu katili dışarıya çıksın.”

Bir daha mahkemeye girmeyecek bu aile. Babayla, anneyle, kizkardesle Turk mahkemelerini protesto ediyorlar. Hem cocugunu oldururuz hem de sokakta gezeriz mi diyorsunuz, polis efendiler? Oldurdulerse bir bildikleri vardir mi diyorsunuz, buyuk yargiclarimiz? Soylu Turk kani aktigina inandiginiz damarlarinizda zerre kadar vicdan kalmadi mi sizinlerin? Sahibiymis gibi davrandiginiz bir halkin nefreti hic mi yaralamaz sizleri? Vaktiyle hukuk atesiyle yanan gencler olan sizler, nasil oldu da bugunun katil himayelerine donustunuz, hic mi kafa patlatmazsiniz? Yahu, hic mi kendinizden utanmazsiniz?

http://www.ntv.com.tr/news/432802.asp
http://www.ntv.com.tr/news/432832.asp

PS: Bu arada katil polis saliverildi. DTP genel baskani NUrettin Demirtas'i sudan gerekcelerle cezaevine yollayan adalet, katil polisi cezaevine yollayacak makul bir sebep bulamadi herhalde.

http://www.bianet.org/english/kategori/english/104167/murder-suspect-police-officer-released

Monday, January 14, 2008

Hrant Dink

Gecen sene ne yazmistik (vay be bir sene olmus, dile kolay):

http://question-marx.blogspot.com/2007/01/hrant-dink_24.html

Demistik ki:

Dink'in arkasindan yuruyen binler var, herkes ne kadar da tepkili. Dink'in suikastinde herkes kendine uzulecek biseyler buluyor. Iyi bir insanmis da, taniyan herkes oyle soyluyor, bu ise durumu sadece daha da trajik yapiyor. Ama esas bakalim, gozlerimize dusen bugu kuruyup etrafimizi saran duman dagilinca elimizde ne kalacak. Dink oldugu ile, bizler ise uzuldugumuzle mi kalacagiz? Oyle olacak. Dink'in cenazesine katilmis olmak bazilarimizin vicdanlarimizi rahatlatmis olacak, sorumlulugumuzu tamamlamis olmanin huzuruyla yolumuza devam edecegiz. Bazilarimiz daha direncli olacak, ama garanti ederim o huzun o ofke o ic sikintisi 10 bilemedin 15 gunu gecmeyecek.E ne var yani, hayat bu, gecmisle yasanmiyor? Oyle tabi.

Tam da boyle olmadi mi? Oyle oldu:

http://www.ntv.com.tr/news/432754.asp

Sunun surasinda kac kisi kaldik, my dear reader?

PS: Bir de buna bak:http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/8020704.asp?yazarid=215&gid=61&sz=68640

Yasayan en etkili 100 entelektuel

Iste ilk 10 (http://en.wikipedia.org/wiki/The_2005_Global_Intellectuals_Poll):

1. Noam Chomsky
2. Umberto Eco
3. Richard Dawkins
4. Vaclav Havel
5. Christopher Hitchens
6. Paul Krugman
7. Jurgen Habermas
8. Amartya Sen
9. Jared Diamond
10. Salman Rushdie

Bunlardan bir kismini hic duymadim bile, misal: 7 ve 9 numara ile listemize giren Paul Krugman ve Jared Diamond. Bir kismini duydum sadece ismen, misal: 5 numarali Hitchens kardes. Bir kismini duydum ve haklarinda cok az sey soyleyebilirim: 2, 3, ve 10 numaralar. Bir kismi hakkinda birkac dakika konusabilirim: 4, 7 ve 8. Bir kismi hakkinda orta sureli konusabilirim: 1 numara. 1 numarayi biliyoruz amaaan canim sen de...Bu arada Orhan Pamuk listede 54. ve Kemal Dervis 67. Ki bu sirada Orhan hala daha Nobel'sizdi. Simdi kac basamak atladi acep?

Listede Wallerstein ve Laclau gibi benim favorim iki baba isim yok hayrettin. Ayrica, kavga eder gibi konusan kendiyle dertli Zizek ancak 23. ve cezaevi gulu Negri ise 50. olmuslar.

10 yil sonra bu liste tamamen degisecek buyuk ihtimal, nasil 10 yil onceki liste tamamen farkli ise...Misal, 2003 yilinda aramizdan ayrilan (ama kalbimizde yasayan) Edward Said yok listede.

PS: Konus be Ridvan! "Bu işte (futbolda) totocu çoktur. 'Bu maçı ben bağladım ya da bağlarım,' diye ortaya çıkarlar. Aslında donlarını bile bağlayamazlar."

Thursday, January 10, 2008

Hulya Avsar versus Timur Selcuk

Hulya Avsar: Cok da guzel bir orneksiniz. Hem laiksiniz, hem de duydugum kadariyla namaz kiliyorsunuz. 5 vakit olmasa da kiliyorum dediniz.

Timur Selcuk: Bir de sol gorusluyum ben. En buyuk ayibim da o ustelik...

Hulya Avsar: Estagfurullah.

Timur Selcuk: Sosyal demokrat da degilim. Onun da solundayim. Toplumcu dunya gorusune inanan bir insanim.

Hulya Avsar: Demokratik solsunuz, aaaa DSP'liniz...

Timur Selcuk: (?!?!) DSP'li degilim.

Hulya Avsar: Anlayamadim, cozemedim...

Sinir bozucu bir simariklikla her firsatta kendini Turkiye'nin en zekisi kategorisine sokan oyuncu-sarkici-showoman-dergici her-isi-yaparim Hulya Avsar'in bir miktar politika bilimi dersi almasi gerek anlasilan..."Toplumcu dunya gorusu" tabiri Hulya Avsar'in tin-tin-tin zihninde yanitsiz yankilanmalar yapmaktan oteye gidemiyor.

a href="http://www.justforeignpolicy.org/iraq/iraqdeaths.html">Just Foreign Policy Iraqi Death Estimator