Ahmet Altan, Sorumlu Aydin Tavri
Ahmet Altan, Taraf gazetesinin olusumunda bas rolu oynayan aydinlarimizdan biri. Dun Taraf'ta yazdigi Genel Kurmay Baskanligi'nin Daglica baskinina iliskin yapmis oldugu "aciklama"yla ilgili yazisi bir bicimde "un" kazanmis yazar ve aydinlarimizdan beklemedigimiz olcude sert, dise dokunur ve cesurdu. Turkiye'de boyle sozleri soylemek demek kelle koltukta dolasmak demektir. Ahmet Altan gibi "kaybedecek birseyleri olan" birinin bu yuku sirtlanmasi her turlu takdire degerdir. "Sorumlu aydin" ister dururuz ya, iste ornek ve iste sozunu ettigim yazi:
Hrant Dink"in ölüm yıldönümünde eşi Rakel Dink"in acılı sesini duydum. Eşini öldürten o karanlık ilişkilerin hesabının sorulmamasından yakınırken, “adalet cesaret ister” diyordu. Doğru söylüyordu. Ve hepimizi utandıracak bir gerçeği açıklıyordu: Hala adalet için cesarete ihtiyaç vardı bu ülkede. Eğer “adalet için cesarete ihtiyaç duyuluyorsa” orada devlet gerektiği gibi işlemiyor demektir. Devlet, cesarete gerek duymadan adalete ulaşılmasını sağlayacak bir örgüttür çünkü.
Ama burada devlet yok, adalet yok, cesaret de yok. Adaletsiz, cesaretsiz, örgütsüz bir bulamacın içinde sanki her şey olması gerektiği gibiymiş gibi davranarak yuvarlanıp gidiyoruz. Siyasi iktidarımız ise kendini başka bir ülkenin iktidarı sanıyormuş intibaı veriyor. Buradaki hiçbir hukuksal sorun onu ilgilendirmiyor. Türban hariç tabii. Bizim siyasi iktidarımız “türbandan sorumlu” sadece… Gerisi onun alanına girmiyor. Birileri vuruluyormuş, suikastler, saldırılar oluyormuş, suçlular yakalanmıyormuş, yakalananlar serbest bırakılıyormuş… Bunlar bizim iktidarımızı hiçbir şekilde ilgisini çekmiyor. İktidardaki kardeşlerimiz biraz “ürkek” tabiatlı çünkü; duymak, görmek, söylemek, onların bünyesine pek uygun düşmüyor.
Tabii siyasi iktidar böylesine ürkek ve suskun olunca başkaları konuşuyor. Genelkurmay Başkanlığı kalkıp bir açıklama yapıyor. Açıklama, Dağlıca ile ilgili. Tabii buna pek “açıklama” denmez, bir şey açıklamıyor çünkü, daha ziyade korkutma ve tehdit üzerine bir metin. Şöyle diyor örneğin: “Ordu karşıtlığını siyasi ve ekonomik rant aracı yapan bazı çevreler, Türk Silahlı Kuvvetlerine seviyesiz bir şekilde saldırmak için, bu olayı saptırarak kendi amaçları doğrultusunda kullanmaktadırlar.” Dağlıca baskını üzerine giden gazete biziz. Dürüst birkaç yazardan başka kimse bu olayı sorgulamadı, hele siyasilerden ses bile çıkmadı, ödleri patladı onların.
Şimdi bunu yazan paşalara sormak istiyorum: Biz, “Dağlıca baskınında neler oldu” diye sorarken bundan kendimize nasıl “siyasi ve ekonomik rant” sağlıyoruz? Külliyen yalan bu. Yazarken bunun yalan olduğunu bilmiyorlar mı, biliyorlar. Niye böyle bir şey yazıyorlar peki? Bir ülkenin Genelkurmay"ına yakışır mı bu?
“Olayda şüphe, önyargı ve kinle üretilmiş iddialar ön plana çıkarılmakta; Dağlıca"da aynı zamanda hain bir saldırının 12 vatan evladının kan ve canları pahasına püskürtülerek, bir fedakarlık örneği sergilendiği göz ardı ediliyor.” Biz de tam bunu soruyoruz işte. O 12 çocuk niye öldü? Askeri açıdan gerekli bütün tedbirler alındığı halde mi öldü o çocuklar? Genelkurmay “bütün tedbirler alındı” diyorsa, o tedbirleri açıklasın. “Alınmadı” diyorsa tedbir almayanlar hakkında ne yapıldığını söylesin. O baskından sonra sadece PKK"nın alıp götürdüğü “sekiz asker” tutuklandı. Onlar mı gerçekten o baskından sorumlu olanlar? PKK"nın daha bir hafta önceden katırlarla yığınak yaptığı, baskın günü telsizlerle konuştuğu bilindiği halde nasıl bir hazırlık yapıldı bu baskına karşı? Niye bölük komutanları izindeydi? Niye tabur komutanı yerinde değildi? Niye, askerlerin iddialarına göre, PKK"nın geliş yönündeki üç mevzi boşaltılmıştı? Niye hedef gösterir gibi sis ışıkları yakılmıştı? Askerlikte baskına karşı bunlar mı yapılıyor? Bunların sorumlusu hapisteki sekiz asker mi?
Açıklamada, ordunun “köklü bir özeleştiri geleneği” bulunduğu da söyleniyor. Nedense ben ordunun yaptığı tek bir “özeleştiri” örneği bile hatırlayamadım. Acaba Dağlıca ile ilgili bir özeleştiri de yapabilirler mi? Bakın, biz çok basit ve çok net sorular soruyoruz. Bir gazetenin “işi” budur. Topluma ve parlamentoya karşı sorumlu olan Genelkurmay"dan da aynı basitlik ve netlikte cevaplar bekliyoruz. O gece Dağlıca"da neler oldu? Neden bütün suç esir düşen sekiz askerin üstüne yıkıldı? Bu sorulara cevap vermeyen hiçbir açıklama gerçek açıklama değildir. Bir de, açıklamada tehditkar ve korkutucu bir üslup var. Paşalara şunu söylemek isterim, biz korkmak için çok ihtiyarız. Bundan vazgeçsinler.
Yazarların ensesinden vurulduğu bir ülkede yaşadığımızın fevkalade farkındayız. Ama yaşadığınız ülkede çocuklar haksız yere hapse atılıyorsa… Vurulan yazarları öldürtenler araştırılmıyorsa… Utanıyorsunuz. Utanılacak işler yapılan bir ülkede sesini çıkarmadan yaşamak ise bazıları için ölmekten daha kötüdür. Bilmem, anlatabiliyor muyum…
Kaynak: http://www.hurhaber.com/news_detail.php?id=98682
Hrant Dink"in ölüm yıldönümünde eşi Rakel Dink"in acılı sesini duydum. Eşini öldürten o karanlık ilişkilerin hesabının sorulmamasından yakınırken, “adalet cesaret ister” diyordu. Doğru söylüyordu. Ve hepimizi utandıracak bir gerçeği açıklıyordu: Hala adalet için cesarete ihtiyaç vardı bu ülkede. Eğer “adalet için cesarete ihtiyaç duyuluyorsa” orada devlet gerektiği gibi işlemiyor demektir. Devlet, cesarete gerek duymadan adalete ulaşılmasını sağlayacak bir örgüttür çünkü.
Ama burada devlet yok, adalet yok, cesaret de yok. Adaletsiz, cesaretsiz, örgütsüz bir bulamacın içinde sanki her şey olması gerektiği gibiymiş gibi davranarak yuvarlanıp gidiyoruz. Siyasi iktidarımız ise kendini başka bir ülkenin iktidarı sanıyormuş intibaı veriyor. Buradaki hiçbir hukuksal sorun onu ilgilendirmiyor. Türban hariç tabii. Bizim siyasi iktidarımız “türbandan sorumlu” sadece… Gerisi onun alanına girmiyor. Birileri vuruluyormuş, suikastler, saldırılar oluyormuş, suçlular yakalanmıyormuş, yakalananlar serbest bırakılıyormuş… Bunlar bizim iktidarımızı hiçbir şekilde ilgisini çekmiyor. İktidardaki kardeşlerimiz biraz “ürkek” tabiatlı çünkü; duymak, görmek, söylemek, onların bünyesine pek uygun düşmüyor.
Tabii siyasi iktidar böylesine ürkek ve suskun olunca başkaları konuşuyor. Genelkurmay Başkanlığı kalkıp bir açıklama yapıyor. Açıklama, Dağlıca ile ilgili. Tabii buna pek “açıklama” denmez, bir şey açıklamıyor çünkü, daha ziyade korkutma ve tehdit üzerine bir metin. Şöyle diyor örneğin: “Ordu karşıtlığını siyasi ve ekonomik rant aracı yapan bazı çevreler, Türk Silahlı Kuvvetlerine seviyesiz bir şekilde saldırmak için, bu olayı saptırarak kendi amaçları doğrultusunda kullanmaktadırlar.” Dağlıca baskını üzerine giden gazete biziz. Dürüst birkaç yazardan başka kimse bu olayı sorgulamadı, hele siyasilerden ses bile çıkmadı, ödleri patladı onların.
Şimdi bunu yazan paşalara sormak istiyorum: Biz, “Dağlıca baskınında neler oldu” diye sorarken bundan kendimize nasıl “siyasi ve ekonomik rant” sağlıyoruz? Külliyen yalan bu. Yazarken bunun yalan olduğunu bilmiyorlar mı, biliyorlar. Niye böyle bir şey yazıyorlar peki? Bir ülkenin Genelkurmay"ına yakışır mı bu?
“Olayda şüphe, önyargı ve kinle üretilmiş iddialar ön plana çıkarılmakta; Dağlıca"da aynı zamanda hain bir saldırının 12 vatan evladının kan ve canları pahasına püskürtülerek, bir fedakarlık örneği sergilendiği göz ardı ediliyor.” Biz de tam bunu soruyoruz işte. O 12 çocuk niye öldü? Askeri açıdan gerekli bütün tedbirler alındığı halde mi öldü o çocuklar? Genelkurmay “bütün tedbirler alındı” diyorsa, o tedbirleri açıklasın. “Alınmadı” diyorsa tedbir almayanlar hakkında ne yapıldığını söylesin. O baskından sonra sadece PKK"nın alıp götürdüğü “sekiz asker” tutuklandı. Onlar mı gerçekten o baskından sorumlu olanlar? PKK"nın daha bir hafta önceden katırlarla yığınak yaptığı, baskın günü telsizlerle konuştuğu bilindiği halde nasıl bir hazırlık yapıldı bu baskına karşı? Niye bölük komutanları izindeydi? Niye tabur komutanı yerinde değildi? Niye, askerlerin iddialarına göre, PKK"nın geliş yönündeki üç mevzi boşaltılmıştı? Niye hedef gösterir gibi sis ışıkları yakılmıştı? Askerlikte baskına karşı bunlar mı yapılıyor? Bunların sorumlusu hapisteki sekiz asker mi?
Açıklamada, ordunun “köklü bir özeleştiri geleneği” bulunduğu da söyleniyor. Nedense ben ordunun yaptığı tek bir “özeleştiri” örneği bile hatırlayamadım. Acaba Dağlıca ile ilgili bir özeleştiri de yapabilirler mi? Bakın, biz çok basit ve çok net sorular soruyoruz. Bir gazetenin “işi” budur. Topluma ve parlamentoya karşı sorumlu olan Genelkurmay"dan da aynı basitlik ve netlikte cevaplar bekliyoruz. O gece Dağlıca"da neler oldu? Neden bütün suç esir düşen sekiz askerin üstüne yıkıldı? Bu sorulara cevap vermeyen hiçbir açıklama gerçek açıklama değildir. Bir de, açıklamada tehditkar ve korkutucu bir üslup var. Paşalara şunu söylemek isterim, biz korkmak için çok ihtiyarız. Bundan vazgeçsinler.
Yazarların ensesinden vurulduğu bir ülkede yaşadığımızın fevkalade farkındayız. Ama yaşadığınız ülkede çocuklar haksız yere hapse atılıyorsa… Vurulan yazarları öldürtenler araştırılmıyorsa… Utanıyorsunuz. Utanılacak işler yapılan bir ülkede sesini çıkarmadan yaşamak ise bazıları için ölmekten daha kötüdür. Bilmem, anlatabiliyor muyum…
Kaynak: http://www.hurhaber.com/news_detail.php?id=98682
evet, ben de çok şaşırdım/etkilendim okuyunca... bu kadar net bir tavır görmemiştim çok uzun zamandır.
umutlandım yine...
Posted by AluminyumFolyo | 1:10 PM
evet, aluminyumfolyo ("a.f." olsun mu senin adin?), gercekten de etkileyici bir yazi. ozellikle ahmet altan'dan ciktigini bilince..."daha olmedik biz hele durun bakalim der" gibi.
Posted by QM | 10:27 PM
Post a Comment