Monday, December 11, 2006

Wyclef Jean

"We are the politicians of today, the musicians the artists. I think we are the leaders of the new millenium."

Remember Remember...the 11th of September

Augusto Pinochet, dun itibariyle aramizdan ayrildi, hakkin koruyucu kollarina kavustu. Bu dunyada adalet yok diyorsaniz fena halde haklisiniz, herkesin hak ettigi bir yasam suresi varsa Pinochet'ninkinin 91 yil olmadigi kesindir.

Bir Guney Amerika ulkesini gozununuz onune getirin. Adi Sili olsun. Bu ulkede, 1973 yilinda secimle iktidara gelen sosyalist bir hukumet dusunun, basinda Allende olsun. Allende'nin cok guvendigi ust duzey subaylardan birini dusunun, adi Pinochet olsun. O derece guveniyor ki, Pinochet'nin Genelkurmay Baskani olmasina destek verenlerden biri de Allende. Iste bu ayni Pinochet, Genelkurmay baskani olduktan sadece uc hafta sonra CIA destekli bir darbe yapiyor, ve Allende'nin de icinde bulundugu Baskanlik Sarayi'ni bombalatiyor. Allende kacabilir, Sili'nin Brutus'u Pinochet ile isbirligi yapip hayatini kurtarabilir, belki de sefa icinde omurunun geri kalanini tuketebilirdi. Ama o Baskanlik Sarayi'ni terk etmemekte karar kildi. 11 eylul 1973 gunu, Allende'nin oldurulmeden birkac saat once Radio Magallanes'ten halka yaptigi son seslenis fazlasiyla dramatik ve epiktir, gercek olamayacak kadar guzeldir. Sili halkinin Allende'den duydugu son sozler sunlardir:

Long live Chile! Long live the People! Long live the Workers! These are my last words. I am sure that my sacrifice will not be in vain; I am sure that it will at least be a moral lesson which will punish felony, cowardice and treason.

Baskanlik Sarayi'nin bombalanmasiyla beraber 17 yil surecek olan Pinochet diktatorlugu de baslamis oldu. Buyuksehir belediyesinden iyi olmasin, Pinochet askeri diktatorlugu calisiyor: toplu stadyum infazlari, Atlantik okyanusu semalarinda gozu bagli insanlarin ucaktan asagi atilmasi, faili mechuller, iskenceler, tecavuzler gundelik rutin. Kan ve barut. Iste bu Pinochet, omrunu bu dunya uzerinde bulunan hic bir mahkemeye hesap vermeden tamamlama luksune sahip oldu. O yuzden bu dunyada adalet yok diyorsaniz, yine fena halde haklisiniz. Pinochet'nin olumuyle beraber, ABD'nin "arka bahcesi" olarak anilan Latin Amerika'nin tarihinde karanlik bir donem de simgesel bir sona erismis oldu. Tarihi kisiler yazmiyor belki, ama sormadan edemiyor insan: Onurlu Allende mi kazanmis oldu, yoksa hain Pinochet mi? Castro'nun Kuba'sina, Hugo Chavez'in Venezuela'sina, Morales'in Bolivya'sina, Lula'nin Brezilya'sina, Safik Handal'in miras biraktigi Salvador'a, EZLN'nin Meksika'sina bakinca, yuzde yuz objektif olmasa da, Allende diyesim geliyor benim. Remember remember the 11th of September:

They have the power, they can smash us, but social processes are not detained, not through crimes nor power. History is ours, and the people will create it.

Allende'nin su sozlerindeki idealizm kendi yasadigi donemin ruhu ile uygunluk icinde. Bizler bu idealizmden yoksunuz. Keske olmasaydik.

Thursday, December 07, 2006

Paul McCartney

"Do you think you have encouraged your fans to take drugs?"

"I don't think it will make any difference. You know, I don't think my fans are going to take drugs just because I did."

Paul McCartney answers questions.

Tuesday, December 05, 2006

Scrubs

Bu diziye haksizlik mi yapiliyor, bana mi oyle geliyor? Desperate Housewives, Lost, Buffy-the-Vampire-Slayer, Dawson's Creek ya da ne biliyim Seinfeld gibi buyuk kismi sifirin alti buzzz gibi Amerikan esprileri ya da at cope gozum gormesin tarzi acemi oyunculuklarla dolu diziler, pek cok "Cnbc-e izlerim"ciler tarafindan bir cirpida sayilirken, Scrubs lafinin gectigine pek sahit olmuyorum. Bakin guzel kardeslerim, Scrubs diye bir gercek var, orda J.D. var, Carla var, Dr. Cox (ki kendisi bu dizideki favorim olur, after J.D. of course) var, Turk (yanlis okumadiniz, resimdeki yesil onluklu melez cocugun adi bu, evet) var. Guldururken dusundurme var, sarcasm'in dibine vurma var. Iskolizm var, loser-ism var, iyi dusunulmus sirf vakit doldurmak icin yazilmamis replikler var, alti doldurulmus tadimlik bir surrealism var. Kahkahalarla gulmedigim, gulmekten koltuklari dovmedigim tek bir bolum hatirlamiyorum. Ozeti sudur:
Scrubs'i izleyin anacim.
(By the way, the old template is back!)

Some Great Thinkers


"I think therefore I am." (Descartes/French)



"Perception without conception is blind, while conception without perception is empty." (Kant/German)



"Ben aptal degilim, makine muhendisiyim." (Ajdar/Turkish)

Friday, December 01, 2006

Leonard Cohen


1969

"My reputation as a ladies' man was a joke. It caused me to laugh bitterly through the ten thousand nights I spent alone."

La Belle Noiseuse

Fransiz Yeni Dalga sinemasinin en onemli yonetmenlerinden Jacques Rivette'in La Belle Noiseuse (Ingilizce konusulan dunyada "The Beatiful Troublemaker" olarak biliniyor) adli basyapiti ile bu kadar gec tanismis olmak kendi adima kotu bir durum. Film 1991de Cannes Film Festivali'nde En iyi Film odulunu kazanmis. Basrollerde Michel Piccoli, Jane Birkin, Emmanuelle Beart, David Burzstein var. Gayet ustunkoru bir internet arastirmasi sonucunda edindigim izlenime gore pek cok elestirmenin ortak kanisi: "masterpiece".
Film gerek asiri uzunlugu (4 saat) gerekse en etkileyici sahnelerinin tamamen diyalogsuz sahneler olusu itibariyla Tarkovski'nin Stanislaw Lem uyarlamasi olan "Solyaris"ini fena halde hatirlatiyor. Baslarda ciddi bir sabir gerektiriyor olsa da sonrasinda bu sabrin meyvelerini fazlasiyla aliyorsunuz. Michel Piccoli, esi Liz (Jane Birkin) ile beraber kucuk bir kasabada yasayan, ilhamini ve arzusunu kaybetmis asiri yetenekli yasli ressam Edouard Frenhofer roluyle buyuluyor. Frenhofer, 10 yil once biraktigi temel projesi olan "La Belle Noiseuse" adli eseri yapma sevkini evini ziyarete gelen yetenekli genc ressam Nicolas (D. Burzstein) ve sevgilisi Marianne (E. Beart) sayesinde tekrar kazaniyor. Frenhofer'in basyapiti olacak tablo icin Marianne'in model olmasi ile beraber, filmin duygusal gerilimli ve entelektuel acidan zengin sorgulamalariyla dolu atmosferi ciddi bir yogunluk kazaniyor. Hep beraber, buyuk bir ressamin basyapitina dogru ciktigi sarsici yolculukta cevresindeki herkesi nasil da o yapitin insasi surecine eklemledigine tanik oluyoruz. Tum yasami tek bir an'da toplayip onu tuvale tasima arzusu gerceklestirilebilir mi? sorusunu ressamla beraber seyirciye de sordurmayi basariyor film. Sanatin nasil yikici ve sadece sanaticiyi degil cevresindeki herkesi de donusturucu bir etkisi oldugunu kuvvetle hissediyorsunuz. O var olmayan fakat sancilarla dogmakta olan yapit, gorunmeyen bir takim baglarla sanki ressam da dahil olmak uzere herkesi kendisine tutsak ediyor. O yapitin dogmasi icin herkesin kendinden birseyler feda etmesi, oldugu haliyle kendinden vazgecmesi gerekiyor -filmin icine her saniye biraz daha girdikce bunu goruyor, yasiyor, anliyor, ve takdir ediyorsunuz.
Film hakkinda ilginc bir not: bildigimiz anlamda bir senaryosu yok filmin. Her gun bir onceki gunde yapilan cekimler yol gosteriyor filmin alacagi sekle. Bu haliyle de gerceklik ile kurgu arasindaki sinirlari zorlayan bir tarafi var, ayrica takdire deger.

a href="http://www.justforeignpolicy.org/iraq/iraqdeaths.html">Just Foreign Policy Iraqi Death Estimator